Haberler

4.12.03

İstanbul Bienali

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 8. Uuslararası İstanbul Bienali'ne 42 ülkeden 85 sanatçı katıldı, 2000’in üzerinde eleştirmen, seçici, müze ve galeri yöneticisi ile yurt dışından 400’e yakın basın mensubu tarafından izlendi. Açılışı 20 Eylül 2003'te yapılan bienal, 16 Kasım’a kadar İstanbul’u dev bir çağdaş sanat platformuna dönüştürdü, 2003 sonbaharında dünya plastik sanatlar gündeminin ilk sırasında yer aldı.

Ana teması “Şiirsel Adalet” (Poetic Justice) olan plastik sanatlar sergisine katılan eserleri, New York'tan New Museum of Contemporary Art’ın baş küratörü Dan Cameron seçti. Sunuş yazısında “şiirsel adalet” kavramını ele alış biçimini şöyle anlatıyor:

“Bienal, görünüşte çelişiyormuş gibi duran şiir ve adalet kavramlarını birbirleriyle ilişkilendirecek bir yaratıcı eylem alanı açımlamayı hedefliyor. Dış dünyaya ilişkin dikkatle oluşturulan bakış açılarını, şiiri, insan düşüncesinin zirvesi olarak algılayan felsefi bir sistem üzerine yerleştirme arzusu."

"Adalet nedir? Neden bugün acil bir mesele halini almıştır? Bugünün küreselleşmiş dünyasında adalet mümkün olabilir mi? Bu soruları bir araya getirmenin yolu, küresel değerler sistemine duyulan ortak inancın temel taşlarından biri olan, “eğer dünyada birden fazla adalet sistemi varsa bunlardan hiçbirinin mutlak olmayacağı” yolundaki çelişkili ilkedir. Açıkçası doğru ve yanlış kavramları, bunlar arasındaki farklılıklar ve bu farklılıklar üzerinde uzlaşıldıktan sonra yaşanan ihlallere toplumun verdiği tepkiler, bir yerden diğerine önemli farklılıklar gösterir. Aynı toplum ve kültürel grubun içinde bile, bir hukuki düzenlemenin, kendisine koşut başka bir düzenlemenin yetki ve yargılarını dikkate almaması, çatışma konusu haline gelebiliyor. Bu farklılıklar gerçek vakalar yaşandığında, keskinlik kazanırlar. Bir toplumun yargıladığını, öteki yüceltir. “

İstanbul Bienali’nin seçicisi Dan Cameron, şiirsel adalet kavramının düşünsel arka planını böyle çizdikten sonra, bunun bir sanat etkinliğinin teması olarak belirlenmesine dair de şunları anlatıyor:

“Şiirsel Adalet başlığı, aynı adı taşıyan edebiyat yönteminden esinlenerek ortaya çıktı. Bu yönteme göre, bir romanda katilin cinayete kurban gitmesi, önceki durumun bariz bir sonucu olacağı için, tam anlamıyla şiirsel adalet sayılmaz."

"Ama eğer katil kazara daha önce başkalarını öldürdüğü silahla ölürse, şiirsel adalet yerini bulmuş olur. Böylece sadece işlenen suç cezalanmış olmaz, aynı zamanda cezalandırmanın amaç ve kapsamı tanrısal bir mesaja dönüşmüş olur."

"Şiirsel adalet temasının bienaldeki kullanımında ise, “şiir” ve “adalet” sözcüklerinin birbirinden yalıtılması, ardından daha yoğun ilişki içinde yeniden birleştirilmesi amaçlandı. Gündelik olan ile ebedi olanı bütünleştirme arzusu, şiirin görsel sanatlara yakınlığına işaret eder. Aynı sonuca, görsel sanatlar da gündelik deneyimden çıkan malzeme ve imgeleri, kalıcı bir kültürel yankı elde etmek amacıyla yeniden düzenleyerek ulaşmaya çalışır. “

Çalışmalardan Örnekler

İsrail’den Uri Tzaig ve Avi Shaham, “Look at me” adlı çalışmalarında, dev bir kamera heykeli yapmış ve içine bir video filmi yerleştirmişler. Film, yüzleri kırış kırış olmuş, kas kontrollerini kaybetmiş çok yaşlı erkek ve kadınların portre görüntülerini yansıtıyor. Her portre arasında, o yaşlıların dilinden, insanın kendini algılama bilinci, varoluş problemleri gibi konulara değinen kısa metinler akıyor. Söz konusu kavramlar üzerinde düşündürmesi kadar, insanın vicdanını da uyaran çok çarpıcı bir çalışma.

Bir diğer İsrailli sanatçı Efret Shvily ise sekiz televizyon ekranından sekiz video bant sundu bizlere. Her ekranda, şarkı söyleyen bir kişi görüyoruz. Çalışmanın çarpıcı yanı, her birinin tek başına söylediği şarkının, sanki hep birlikte aynı anda söylenmiş izlenimi uyandırması. Oysa ki o insanlar farklı zamanlarda yalnızken söylemişler o şarkıyı. O yüzden çekimleri eşzamanlı olarak bir araya geldiğinde, kimi erken başlıyor şarkıya; kimi geç. Fakat hepsi aynı şarkıyı söylüyorlar sonuçta, hep bir ağızdan. Düşünce özgürlüğü dolayımındaki bu video art, serginin izlemesi en hoş çalışmalarından biri.

Japon sanatçı Ozawa Tsuyoshi’nin Ayasofya’nın üst galerisinde sergilenen çalışması ise kadınlar ve mutfak üzerine. Sanatçı, Japonya, Çin, Kore, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan kadınlara birer yemek tarifi sormuş. Kadınlar, o yemek için gerekli malzemeleri birer silaha dönüştürerek poz vermişler. Bunun için kurulan temsili seradaki fotoğraflar, mutfaktaki kadının silahlarla birlikteliğinden doğan çelişik görüntüsü sergileniyor. Bu çalışma, izleyenlerde hangi duygu ve düşünceleri uyandırıyor, bunu tam olarak bilmek imkansız ama Nietsche’nin “kadınlar ve mutfak hakimiyeti” üzerine görüşlerini çağrıştırması, bunlardan biri olabilir.

Türkiye’den Güven İnciroğlu ve Hakan Topal’ın yerleştirme çalışması fotoğraflar ve mazot tanklarından oluşuyor. Yakın geçmişte Irak ile Türkiye arasında yapılan kamyon nakliyatı, özel yapım çelik depoları da barındırıyordu. Her kamyon kasasanın altına göre özel olarak imal edilen depolar, mazot taşımacılığı için kullanılmaktaydı. Şu anda yasaklanmış ve ömrünü doldurmuş bu depolar, sınıra yakın otoyolların çevresinde çürümeyi bekliyor. Projenin amacı “bunların, Anadolu’da ticaret nesnesi olarak binlerce yıl kullanılan amforalar gibi, arkeolojik yüzey taramasını yapmak ve seçilmiş bir tanesini prestij nesnesi olarak sunmak” biçiminde ifade ediliyor.

Sanatçıların seçtikleri mazot deposu, bir zamanlar sınırları aşıp, kontrol, kapatılma, gümrükleme bölgelerinden geçerek uzun mesafeler kat etmiş bir depo. Güven İnciroğlu ve Hakan Topal, deponun geçtiği yerlerden geçerek, fotoğraflarla kendi güncelerini tutmuşlar. “Zoraki İhtiva” adlı bu çalışma, metropolde terk edilmiş, sahipsiz kalmış ve gitgide harabe haline gelmiş olan her şeyin bir sembolünü sunuyor aynı zamanda.

*

“Bu tür temsil biçimlerinin, bireyin dünyaya ilişkin görüşlerinin oluşumuna fazla katkıda bulunmayacak kadar özgünleştikleri iddia edilebilir. Ancak henüz görece yeni oldukları için, bu girişimlerin ne tür kalıcı etkiler bırakacakları hakkında konuşmak için henüz çok erken. “ diyor bienalin sanat yönetmeni Dan Cameron. “Gerçek olanın yalnızca elle tutulur olandan ibaret olduğunu kabul etmeye, bireyin iç dünyasına ait deneyimlere hiç dokunmayıp, bunların varlığını yadsımaya fazlasıyla hazırız. Sonuçta, çağdaş sanat üretiminde genel bir duygulanım sığlığının hakim olduğu izlenimini ediniyoruz. Öte yandan insanların sanata karşı duyduğu kopukluk duygusunu değiştirecek ideal araçların neler olabileceğine ilişkin bir mücadele de başlamış bulunuyor. 8.Uluslararası İstanbul Bienali’nin de en önemli amaçlarından biri, yaşamın görünen ve görünmeyen iki cephesini uzlaştırmak için sanatın bir araç olduğu düşüncesine kendini adamış sanatçıların fikirlerini tartışmaya açan, canlı, hareketli bir kamusal forum yaratmaktır.”